08 Mayıs Çarşamba 2024
2 yıl önce

Meral Akşener'in prompteri bozuldu konuşmasını sürdüremedi

İYİ Parti' Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuşurken prompter bozuldu. Konuşmasını sürdüremeyen Akşener, önündeki kağıttan okuyarak sözlerine devam etti. Yaşanan arızanın düzeltilmesiyle konuşmasına devam etti.

2 yıl önce

Meral Akşener parti grubundaki konuşmasını Abdülhamid’e darbe yapanların sloganıyla bitirdi

Meral Akşener konuşmasını, 1908'de Osmanlı padişahı Abdülhamid'e karşı isyan edenlerin öne çıkan sloganıyla bitirdi. Akşener, Topçu Kışlası hayallerine kapılanların karşısında, dimdik duran çapulcuları da olacak. İşte o nedenle buradan, bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!' dedi. https://twitter.com/55erhanusta/status/1519247120284405761?s=21&t=JZqrBnRsv6AOti7edMz8ew

2 yıl önce

Meral Akşener, Ermeni ve İttihatçıların 114 yıl önceki sloganını kullandı

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM'deki grup toplantısında Gezi isyanına kalkışanları överek konuşmasını 1908'de Sultan 2. Abdülhamid'e karşı isyan edenlerin sloganlarıyla bitirdi. Arşivlerde, 1908'de 2. Abdülhamid'i devirmek için İttihatçılar ve Ermeniler tarafından düzenlenen gösterilere ait görüntüler ortaya çıktı. Pankartlarda Ermenice "hürriyet", "musavat", "adalet" yazdığı dikkat çekiyor. İttihatçılar ve Ermeniler, 1909'da II.Abdülhamid'i tahtan indirdi. Sonrasında II.Abdülhamid'in devleti-i müazzamaya rağmen 32 yıl ayakta tuttuğu Devlet-i Aliyye on yıl bile geçmeden paramparça oldu. Yeni Şafak'ın haberine göre, Tarihçi ve AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Doç. Dr. Halil Özşavlı, belgelerle Akşener'e tepki göstererek, şunları anlattı: ÜLKEYİ BÖLMEK İSTEYENLERLE İŞBİRLİĞİ "Dehşet verici bir olayla karşı karşıyayız. 1900'lerin başında Abdülhamid'i devirmek için İttihat ve Terakki'nin gözleri öyle bir dönmüştü ki, Ermeni ve Bulgar çeteleriyle iş birliği yaptılar. Sırf Abdülhamid'i devirmek için ülkeyi bölmek isteyenlerle işbirliği yaptılar. 1902 İttihat ve Terakki kongresinde Ermeniler var. 1907'deki İttihat ve Terakki Kongresi'nde yine Ermeniler var. 1902-1907 arası sürekli Taşnaklar, İttihatçılara 'Hadi gelin beraber savaşalım, Abdülhamid'i öldürelim' çağrısı yapıyorlar. Nitekim 1905'te Taşnaklar, Abdülhamid'e bombalı saldırı düzenliyor." TÜM İHTİLAFLARI HALININ ALTINA SÜPÜRMÜŞLER Tarihin tekerrür ettiğini kaydeden Özşavlı, "Muhalefet, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı devirmek için ülkeyi bölmek isteyenlerle işbirliği içinde. Daha da önemlisi 6'lı masa aynen 1907-1908'de olduğu gibi ihtilafları bir tarafa koymuşlar, halının altına süpürmüşler, 'Erdoğan gitsin de' ortak amaçları bu" dedi. ABDÜLHAMİD SONRASI ÜLKE PARÇALANIYOR Abdülhamid'in 1908'de tahttan indirilmesinden 2 yıl sonra Balkan Savaşları'nın başladığını ve sonucunda Balkanların kaybedildiğini hatırlatan Özşavlı, "Abdülhamid'in elinden tamamını aldıkları Osmanlı topraklarını paramparça ediyorlar. Ta ki Mustafa Kemal gelinceye kadar. Benzerini şu an yaşıyoruz" ifadelerini kullandı. İTTİHATÇILARLA AYNI KONUMDA Taşnaklar'ın 1907'ye kadar kendi basın organlarında sürekli çağrı yaptığını ve mitinglerde hem Ermenice hem Osmanlıca "musavat yani eşitlik, hürriyet, adalet" sloganlarını kullandıklarının altını çizen Özşavlı şöyle devam etti: "Bugün Meral Akşener sırf Erdoğan'ı istibdatçı göstermek için bu şekilde 1908'in sloganlarını kürsüden haykırıyor. 'Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet, musavat, adalet' sloganları onu Ermeniler ile işbirliği yapanlar, Bulgar çetelerle, ülkeyi bölmek isteyenlerle işbirliği yapan dönemin ittihatçılarıyla aynı konuma sokuyor. Nitekim bu zaten böyle. Tarih tekerrür ediyor. İhtilafları süpürmüşler. Sırf Erdoğan'ı devirmek için HDP ile işbirliği yapmışlar. Bu kadar büyük benzerlik olamaz. Zaten Ermeniler, HDP ile bir olmuş." BİRBİRLERİNE DÜŞMAN OLDU Özşavlı, Taşnakların arkasında 1908'de İngiltere, Rusya, Fransa'nın olduğunu ve günümüzde sadece isimlerin değiştiğinin altını çizdi. SONRASI FELAKET! HDP'nin ve 6'lı masanın üyelerinin tek amacının Erdoğan'ı devirmek olduğunu vurgulayan Özşavlı, "Yeter ki Erdoğan'ı devirelim hırsıyla ülkeyi bölmek isteyenlerle dahi tıpkı 114 sene önce olduğu gibi yapıyorlar. Olaylar birbirine çok benziyor ki ihtilafları bile aynı. Sadece arada 114 sene fark var." İSYANIN 3 SLOGANI 1908'de İstanbul'da Babıali meydanında Sultan 2. Abdülhamid'e karşı isyan eylemleri oluyor. 1908'de II.Abdülhamid'i devirmek için İttihatçılar ve Ermeniler tarafından düzenlenen gösterilerde pankartlarda Ermenice ve Osmanlıca "hürriyet", "musavat", "adalet" yazıyor.

2 yıl önce

Lütfü Türkkan'dan Meral Akşener'i kızdıracak 'Gezi' paylaşımı: Lütfen soyunuzu araştırın

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, Gezi davasında çıkan kararları hedef alarak, "Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret" ifadelerini kullanmıştı. Akşener'in paylaşımı, İYİ Parti'li Lütfü Türkkan'ın Gezi olayları sırasında yaptığı paylaşımı akıllara getirdi. Türkkan, Gezi isyanı destekçilerini, "Yahudi, Ermeni, Rum’sanız Gezi Eylemleri’nde aktif olmanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın." diyerek hedef almıştı.

1 yıl önce

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 9 yıldır yürürlükte olan kanuna rağmen, ‘göç kanunu' çağrısı yaptı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başkan Erdoğan'ın 24 Eylül 2019'da BM kürsüsünde sığınmacılar konusunda yaptığı çağrıya rağmen hükümetin Suriyeli sığınmacılar konusunu BM'de gündeme getirmediğini iddia etmişti. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de partisinin grup toplantısında şaşkınlığa neden olan bir çağrıda bulunarak, "Geçici Koruma Statüsü'nü belirleyen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu üzerinde konuşmanın vaktidir" dedi. Türkiye'nin 2013 yılından beri yürürlükte olan bir göç kanunu var. Bu kanunda 2019'da yapılan değişikliğe bazı İYİ Parti'li milletvekilleri de olumlu yönde oy verdi. 9 YILDIR YÜRÜRLÜKTE Akşam Gazetesi'nin haberine göre, Meral Akşener'in çağrısının konusunu oluşturan "Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu", TBMM Genel Kurulu tarafından 04.04.2013 tarihinde, 24. Yasama Döneminin 3. Yasama Yılının 88. Birleşiminde kabul edildi. Söz konusu kanun, 11.04.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. OLUMLU OY VERDİLER Meclis tutanaklarında yer alan bilgilere göre, söz konusu kanun üzerinde, 11 ayrı kanun veya kanun hükmünde kararname ile değişiklik yapıldı. Bu değişikliklerden en kapsamlısı ve sonuncusu, TBMM Genel Kurulu tarafından 6 Aralık 2019 tarihinde yapıldı. İYİ Parti'ye mensup bazı milletvekillerinin de olumlu oyu ile kabul edilerek yasalaşan değişikliğe İYİ Parti'den Ayhan Erel ve Bedri Yaşar da olumlu oy verdi. 3,5 SENEDİR TEK BİR KANUN TEKLİFİ VERİLMEMİŞ Akşener'in, özel bir oturumla gündeme getirilmesini istediği göçmenlerle ilgili yasal düzenleme konusunda bugüne kadar İYİ Parti grubu adına bir adım atılmadığı da ortaya çıktı. 27. Yasama Döneminin başladığı 2018'den bu yana İYİ Parti'li 36 vekil tarafından Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nda değişiklik yapılması istemiyle verilen kanun teklifi bulunmuyor.

1 yıl önce

Meral Akşener ve Ekrem İmamoğlu 6'lı masayı devirmek için anlaştı mı?

Yeni Şafak gazetesi yazarı Mehmet Acet, bugünkü yazısında, "İmamoğlu ve Akşener 6’lı masayı devirme hazırlığı mı yapıyor?” sorusunu gündeme getirdi. “Kulislerde İyi Parti’nin, Meral Akşener’in, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte 6’lı masayı devirme hazırlığı yaptığı yönünde birtakım söylentiler dolaşıyordu zaten” diyen Acet, şunları kaydetti:  "Muhalefet blokunun oluşturduğu 6’lı masa, 29 Mayıs’ta yeniden toplanıyor.  28 Şubat’ta başlayan buluşmaların 4’üncüsü olacak bu.  Genel başkanların çoğu, söylem düzeyinde her ne kadar güçlü mesajlar verme çabalarını sürdürseler de, şurası açık ki, ilk günlerdeki heyecan ve coşkudan yoksun durumdalar. Bu heyecan eksikliğinin nedeni, hem ortak bir politika belirleme, hem de ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarma anlamında bir fikir birliği sağlamaktan uzak olmaları. Gerçi burası böyle olsa da, “Adayı birlikte belirleyeceğiz” vurgusunu sık sık tekrarlayan bir isim var: Kemal Kılıçdaroğlu.  CHP lideri, Fikret Bila’ya yaptığı son açıklamalarında da iki konuda bilinen görüşlerini tekrar etti. 1- Cumhurbaşkanı adayımızın taşıması gereken nitelikleri belirledik. Adayı 6 lider birlikte belirleyecekler. 6 lider de bu adayın arkasında olacak. 2- Belediye başkanlarımızın, işlerine kilitlenmeleri gerekiyor. Seçildikleri dönemin sonuna kadar görevlerini sürdürmeliler. Halka verdikleri taahhütleri yerine getirmeleri gerekir. MESAJLARIN ADRESİ AKŞENER VE İMAMOĞLU MU? Kılıçdaroğu’nun bu yaklaşımı üzerine biraz duralım. Normal şartlarda 6’lı masanın etrafında Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyen tek isim bile yok. Bu durumda şu soruyu sormamız gerekecek: Masadaki herkes karşı olmasına rağmen, aday olmayı iyice kafaya koyduğu söylenen CHP lideri, neden ısrarla, “6’mız birden karar vereceğiz” şeklindeki söylemini sürdürüyor? Sorunun cevabı, son günlerde karşımıza çıkan kimi gelişmelerle biraz daha belirginleşmiş gözüküyor. Kulislerde İYİ Parti’nin, Meral Akşener’in, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte 6’lı masayı devirme hazırlığı yaptığı yönünde bir takım söylentiler dolaşıyordu zaten. Akşener’in hem bu konudaki sessizliği, hem de kendisinin söylemek isteyip de söyleyemediği şeyleri söylemesi için o masada tuttuğu Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın paylaşımları, muhalif çevrelerde ümitsizlik havasına yol açmış, “Buradan bir şey çıkmayacak galiba” duygusunu perçinlemişti. Yerine, son günlerde İBB Başkanı İmamoğlu’nun CHP kabul etmezse İYİ Parti’den aday olabileceği, bunun için Akşener’le anlaştığı yönünde yeni söylentiler karşımıza çıktı. İMAMOĞLU’NUN KARADENİZ GEZİSİNDE SÖYLEDİKLERİNE DİKKAT! Düz bir şekilde baktığınızda, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı hususunda Akşener’in ifadesiyle ‘ita amiri’ konumunda olduğu için Kılıçdaroğlu’na direnmesi kolay görünmüyor. Ama söylemlerine, eylemlerine baktığınızda İmamoğlu’nun adaylıktan vazgeçmeye hiç de niyetli olmadığını fark ediyorsunuz. Bu durumda kaçınılmaz olarak bu ‘özgüvenin’ arkasında hangi faktörler olabileceğini düşünmeye başlıyorsunuz. İmamoğlu’nun Ramazan Bayramı’nda Karadeniz’e yaptığı ziyaret, daha çok beraberinde götürdüğü gazeteciler üzerinden patlayan kriz ile tartışıldı. Bu doğal bir şeydi tabii. Ancak bandı azıcık geriye sarıp İmamoğlu’nun o gezide söylediklerine ve sergilediği tutuma baktığınızda, bu türden bir yazının içini doldurabilecek ciddi verilerle karşılaşabiliyorsunuz. İMAMOĞLU, KILIÇDAROĞLU’NUN HER TEZİNE BİR KARŞI TEZ GELİŞTİRMİŞ İmamoğlu’nun Karadeniz çıkarması, zaten “Ben bu işi kafaya koydum” mesajını kendi bünyesinde barındırıyordu. Ancak kafalarda başka bir büyük soru daha var. Kendisi, Kılıçdaroğlu’nun açık şekilde karşı çıkmasına rağmen nasıl aday olabilir? Karadeniz gezisine katılan gazetecilerin o günlerde yazdıklarına bakacak olursanız, İmamoğlu, Genel Başkanının bütün tezlerine karşı tezler geliştirdiğini fark edebiliyorsunuz. Kendisine 6’ı masa hatırlatılıyor, önce “Altılı masanın en önde koşacak neferiyim” deyip, sonra asıl vermek istediği mesajı şöyle veriyor: “Bu yalnız siyasetin işi değil, milletin işi. Şimdi böyle bir ortamda bunu altı siyasi parti çözsün, biz de seyredelim. Böyle bir şey yok. Kılıçdaroğlu’nun “Belediye Başkanları aday olurlarsa Meclis çoğunluğu AK Parti’de olduğu için 2023 sonrası İstanbul ya da Ankara’yı kaybederiz” şeklindeki tezine de kendince bir karşı tez geliştirmiş İmamoğlu. Şöyle bir demeci var: “Sayın Cumhurbaşkanı aynı hafta içinde iki konuşma yaptı. Söylediği şey aynen şu: 2023 genel seçimlerinden hemen sonra İstanbul’un gerçek sahibi AK Parti olacak. 2024 demiyor. Bunu niye demiş olabilir. Cevap bulun. Ondan sonra ben öbürüne cevap vereyim.” Önce şu düzeltmeyi yapalım. Erdoğan’ın 2023’ten sonra İstanbul’a kayyım atanacağı anlamına gelen herhangi bir açıklaması bulunmuyor. İmamoğlu, belli ki, Erdoğan’ın seçimleri İstanbul’da da kazanma iradesini ortaya koyan bazı açıklamalarını, kendi lehine zorlama tezler için kullanmak istemiş. Ama zaten buradaki dikkat çekici olan husus, kendisinin ‘kayyım tezi’ üzerinden Kılıçdaroğlu’nun elindeki en güçlü argümanı almak istemesi Bu cesaret nereden geliyor acaba? Yoksa İYİ Parti lideri ile gizlice anlaştı da, onun rahatlığıyla mı meydan okuyor Kılıçdaroğlu’na?"

1 yıl önce

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Meral Akşener'e sert tepki: Sen kim Sultan Abdülhamid'e saygısızlık kim?

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, karara bağlanan Gezi davası sonrasında, iktidarı hedef alarak, ağırlaştırılmış hapis cezası alan Osman Kavala'ya sahip çıkmıştı. Akşener, konuşmasını, 1908'de Osmanlı padişahı Abdülhamid'e karşı isyan edenlerin öne çıkan sloganıyla bitirmiş, "Topçu Kışlası hayallerine kapılanların karşısında, dimdik duran çapulcuları da olacak. İşte o nedenle buradan, bir kez daha ilan ediyorum: Parola vatan, işareti namus! Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret!" demişti. Akşener, geride kalan gün katıldığı canlı yayında sözlerini savunmaya devam etmiş ve "Bu istibdat düzenine karşı başkaldırıdır. Buranın öznesi eğer Abdulhamid ise arkadaşlar öyle diyorsa, bugünün öznesi Recep Tayyip Erdoğan'dır" ifadelerini kullanmıştı. Akşener, İttihat ve Terakki'ye sahip çıkmakta sakınca duymadığını söylemişti. "SEN KİM SULTAN ABDÜLHAMİD'E SAYGISIZLIK KİM?" Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Akşener'in kendisini hedef alan sözlerine, Adana'da yaptığı konuşmada cevap verdi. Gençlik Şöleni'ne katılan gençlere, "Siz, Abdülhamid'ten bugüne ecdadın tümünün temsilcisi olan gençliksiniz." diye seslenen Erdoğan, "Abdülhamid Han hayatı boyunca devrinin emperyalistleri ve onların maşalarıyla mücadele etmiş bir millet sevdalısıdır. Varsın, birileri Gezi Olayları'nı Abdülhamid'in devrilişine yorsun..." dedi. Akşener'in saygısızlık yaptığını vurgulayan Erdoğan şunları söyledi: "Gençlerimizin kimin kim olduğunu, hangi müşterekte buluştuğunu bilmeye hakkı var. Siz bunlara hak ettikleri cevabı verecek gençliktesiniz. Abdülhamid'e dil uzatan hanımefendiye sormak lazım, hasta diye tabir edilen Osmanlı'yı bir karşı toprak kaybetmeden yöneten Abdülhamid'e hakaret haddini aşmaktır ve bu millet onlara hakkını bildirecektir. Meral Hanım sen kim, Sultan Abdülhamid'e saygısızlık kim? o 6'lı masadan 3 tanesi var ki, bugüne kadar Abdülhamid'e laf söyletmemişlerdi, ne oldu bunlara? Ona laf anlatanlara haddini bildiremediler. 33 yıl, dile kolay, bu millet ecdadına hakaret edenlere haddini bildirecektir. Bu akşam buradan ben ilk sinyali veriyorum."

1 yıl önce

Meral Akşener’in Türkçülük ile kavgası! Nihal Atsız ve Cemil Meriç’i bile okumamış…

Sultan Hamid, bin türlü siyasi tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar: Türk, Musevi, Rum, Ermeni, Gördük bu rûz-i rûşeni! Şarkısını, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum ve Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-i ruşen” beklediklerini anlamamak, anlayamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı. Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlarındaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan liberalizmi V. Murad, muhafazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlâmento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafazakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türkün hâkimiyetini Çağlamak için mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı. ilk Meşrutiyet Meclisinde, Hıristiyan mebusları, Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrûtiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması. Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon hıristiyan ve 12 milyon müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türk’le bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre. Türklerden çok olan Araplar, mesela, resmî dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı imparatorluğunun Avusturya – Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu, ne ile önlenebilecekti? İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi, daha da önleyecekti. Fakat onun hizmeti bu kadar da değildir. 1877 -1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmla durduruldu. Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 Savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açtı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi. Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı. Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak, sonra Taif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi? Memleketi doğudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gaafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir. Sultan Hamid için, Osmanlı imparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin, devlet başkam kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunama-yacağı hakkındaki düşüncesinin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir. Şimdi, bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’-nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilinir mi? Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’-nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahati mıdır? Verem olan İsmail Safa. İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi? Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiidir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın. Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur? “Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın!”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul ve hattâ lise diploması yoktu. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattat ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını İnliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’nin temelini teşkil etmektedir. Bayezid Umumi Kütüphanesini de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmi eserler yazdırarak hizmet etti. Onun kaatil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı? Sultan Hamid, kızıl değil “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarım şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bir başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından, haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat, geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi. Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur? O günkü İngiltere’yi Boerleri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır? Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlanmak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof u oyalıyor, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu. Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astırdıktan sonra kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasi idam yapmadanken korkunç siyasi güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selânik’ten Alman gemisiyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun davetini reddederek vatanında bir sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti Türkiye, dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresinde yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu. Ve sokmadı da… Ne diyelim? Durağı cennet olsun.. ”ABDÜLHAMİD KATİYEN ZALİM DEĞİLDİ” Cemil Meriç ise Kızıl Sultan lâkabının tarihin en büyük yalanı olduğunu vurgulayarak, şunları söylüyor; Abdülhamid katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! ”ŞİDDETTEN NEFRET EDERDİ” Tam tersine… Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî muhakeme tarafından verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne tahvil edilirdi. Siyasî hasımlarına karşı başlıca silahı sürgündü. Ustaca derecelendirilmiş bir sürgün: Yemen veya Fizan’da gözaltında bulundurulmaktan tutunda Payitaht’tan az veya çok uzak vilayet veya kazalarda valilik veya kaymakamlığa kadar. Sürgüne yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitaht’a dönmek ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür, paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu. Abdülhamid’in ayırıcı vasfı trimetrik (düzenleyici) olmaktır, kombinezonlara bayılır, kesin çözümlemelerden hoşlanmaz. Hiçbir bağlılığı önceden reddetmez, sönmez bir kin tutuşturmak istemez. Şiarı: korksunlar ama nefret etmesinler. ”MUNSİF VE ÂDİL OLUŞUNU POLİTİKAYA ATFETMEK DOĞRU OLMAZ” Bir kelimeyle faydacı ve şüpheci. Ne var ki, bu vasıflarının altında hakşinas ve âdil bir hükümdar saklıdır. Tebaalarının – siyasî olması da- medenî haklarına saygılı herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah. Uzun süren saltanatı boyunca, makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği görülmemiştir. Demek ki, munsif ve âdil oluşunu sadece hesaba ve sadece politikaya atfetmek doğru olmaz.

1 2 ... 4 5 6 7 8 9 10 ... 50 51